Tepedeki Galler Kulübesi
- Ahmet Yagci
- 15 Ağu 2022
- 3 dakikada okunur

Alıp başımı gitsem bugün. Sessizce ve çok da düşünmeden. Sahipsiz bir kedinin köşe başını tutan köpeği görünce hızla arkasını dönüp koşmaya başladığı gibi ilk köşeden kıvrılıp gözden kaybolsam. Islak bir sonbahar gününde vaktin geldiğinin farkında olan gövdenin, tekrar vakti geldiğinde ayakta kalabilmek için kendisine sonsuz bir güvenle sıkı sıkıya tutunmuş olan yapraklarından hayatın özünü çektiği an yaprakların kimsesiz kalarak sararıp solması, kuruması ve kendini kaldırım köşelerine bırakması gibi vakitsizce. Kendimden bile kaçarak.
Kuzey atlas okyanusuna karşı, sert dalgaların döve döve dize getirdiği taşların un ufak olmuş halleriyle kapladığı uzun ve genişçe kumsalın hemen ardına yerleşmiş ve üzerini kaplayan çimlerin yeşilliği ile ara ara serpiştirilmiş kahverengi çalıların arasında bir patikadan tepeye yavaş yavaş yokuş çıkarken ardıma baktığımda ufukta batmakta olan güneşe takılıyor gözlerim. Yerini geceye bırakmak üzere olduğu bu vakitlerde yeryüzünde bıraktığı altın sarısı etki tüm canlılara nüfus ediyor. Bir an için soluklanıyor, patikanın kenarına oturarak ayaklarımız uzatıyor ve güneşi seyre dalıyorum. Yokluğunda yerine bekçi bıraktığı ayın bizi terk etmeyeceğine emin bir şekilde önce kırmızıya çalan bir renk alarak veda ediyor gündüze. Ben de tekrar ayaklanıyor ve adımlarımı hızlandırarak bir çırpıda kendimi tepedeki düzlüğe atıyorum. Adanın sürekli yağan yağmurlarıyla her mevsim yemyeşil, ara ara sarı ve eflatun çiçeklerin serpiştirildiği bir düzlük burası. Kumsaldan tepeye yılan misali kıvrılarak uzanan patiska yoldan çıkarak varıyorum buraya. Gökyüzü artık rengini kaybetmek üzere. Grinin farklı tonları yerini birazdan zifiri karanlığa bırakacak. Şehir ışıklarından uzak, yalnızca ay ışığının aydınlattığı, gökyüzünün incileri olan yıldızların kendini cömertçe gösterdiği bir coğrafya burası.
Gözlerimi kapatıp kendimi doğanın sesleri ile baş başa bırakıyorum. Kulaklarıma ilk ulaşan rüzgârın sesi. Biraz sert, ara ara artan ve ara ara azalan bir tonda ama kararlı. Uzak diyarlardan taşıdığı yaşanmışlıklar var tonunda. Sanki bana bir şey anlatmaya çalışıyormuş hissine kapılarak pür dikkat kesiliyorum. Kendi dilinde anlatmaya çalıştığı bir şeyler var elbet ama ben bilmem ki rüzgarların dilini. Sonra sahil boyunca uçuşan martıların ve puffinlerin sesleri. Geceye merhaba dediklerini duyar gibiyim. Kuşlar gündüzü severler oysa. Gece olunca sığınacakları yuvalarına varmaya çalıştıklarını, tiz seslerindeki telaşı gözüm kapalı hissediyorum. Sırada dalgaların sesi var. Bölük bölük, gri suların uçlarında oluşturdukları köpüklerin oluşturduğu beyazlıklar içerisinde varıyorlar sahile. En sevdiğim müziklerin başında gelir dalga sesleri. Önce yavaş yavaş oluşurlar. Zamanla hızlanır ve sahile ulaştığında olanca hızıyla uzun zamandır göremediği bir sevgiliye kavuşmanın verdiği heyecanla bütünleşirler sahil ile. İnsanın var olmadığı, Adem’in bedenine Ruh’un henüz üflenmediği dünyanın ilk zamanlarına ait bir şey dalgalar. Kıtaların okyanusların içerisinden yükseldiğinde ilk hayat buldular kendilerine. Yaşadığım an ve zamana ait kulağıma gelen tek sesler bunlar.
Yavaş yavaş kulübeye doğru yol alıyorum. Tek katlı, tuğlaları beyaza boyanmış, çatısı aşağıya doğru aralıklarla solmuş bir kahverengilikte, şöminesinin turuncu bacası, seyrek pencereleri ile özenli ve temiz, kendisini dış dünyadan ayıran taşlardan yapılma bir çitle çevrilmiş bir şekilde öylesine duruyor. Kulübeyi görür görmez havanın ayazı ile kendime geliyorum. O ana kadar hiç hissetmediğim soğuk kulübe ile kendine bir yaşam alanı buluverdi sanırsın. İçerisinde yer alan şöminede çıtır çıtır yanan odunların verdiği sıcaklık düşüncesi zihnimde var olunca evrenin yedi ilkesinden biri olan polarite ilkesi anında devreye giriyor ve bana karşı kutbu olan soğuğu hatırlatıyor. Kendimi içeri atmak için inanılmaz bir istek duyuyorum. Önce dış çitin kapısını açtıktan sonra kulübenin kapısının kilidini açıyor ve uzun zamandır hiç girilmemiş bir köşk kapısının çıkardığı gıcırtıya benzer bir ses ile açılıyor kapı.
Taze demlenmiş bir kahvenin içeriye nüfus eden kokusu ve sıcaklığı tenime hayat veren bir şömine ateşinin ısısı eşlik ediyor düşüncelerime.
Başımı alıp gittim ben bugün.
Kim fark etti?
Kim yokluğunu aradı bensizliğin?




Yorumlar