Zor Zamanlar
- Ahmet Yagci
- 15 Ağu 2022
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 16 Ağu 2022
Bazen bir rüzgâr eser, hafifçe saçlarını okşar geçer. Bazen bir rüzgâr eser, farkına bile varmazsın. Bazen bir rüzgâr eser, sizi sarsar ve dengenizi yitirip düşecek gibi olursunuz. Oysaki ayaklarınızın güçlü bir şekilde yere bastığını, gövdenizin ise hazır, sağlam bir duruş içerisinde olduğunu düşünürsünüz. Rüzgâr ise sizi zihninizden vurur. Hiç ummadığınız bir anda zihninizin içerisindeki bir çatlaktan içeri girip bedeninize hâkim olur ve sendeletir sizi. Rüzgâr sinsidir, rüzgâr serttir bazen.

Ben de sendeledim ve düştüm, herkes gibi. Yürüdüğüm yolda gördüğüm rengarenk çiçeklere, bereketli ağaçların dallarında ağırlık yapmış olgunlaşmış kayısılara, heyecanla renk almasını beklediğim yaban mersinlerine ve böğürtlenlere bakarken düştüm. Mevsimlerden yaz olduğuna aldanıp, havanın yavaşça serinlemesine aldırmadan arkamdan gelen rüzgârın varlığını hissedemedim. Oysaki hayat çiçeklerden, ansızın bastıran bir yağmurun ardından ortaya çıkan ve gecenin karanlığında fark edilmeden üzerine basılarak ezilen salyangozlardan veya okunan kitapların içerisinde yaşayan hayal kahramanlarından çok daha sert bir şeydi. Sert esen bir rüzgârın yüzünde bıraktığı bıçak darbeleriyle kendine geliyordu insan. Buna mecburdu, çünkü hayatın içerisinde güneş bazen kendini gizliyordu. Gizlenen güneşin mahrum bıraktığı sıcaklığın yokluğuna hazırlıklı olması lazımdı insanın. Evrendeki her varlık bir amaca hizmet ediyor ise, rüzgârın da var olma amacıydı bu. Her insanın ise zihninde bir veya birden fazla çatlak mutlaka mevcuttu ve rüzgâr işini çok iyi biliyordu.
Mutlu mesut yaşadığınız bir anda ansızın dümdüz bir çim bahçesinde uzaklardan esen bir rüzgârın taşıdığı sahipsiz tohumlarla çıkan yoncalar misali hayatınızda bitiveren üzüntüler olmuştur sanıyorum. Bir tanesi yeterli derken ardından diğeri gelir. Ardından bir diğeri derken yıl boyunca sizden saklanmışçasına hepsi birden ortaya çıkıverir. İnsanın içinde neresi olduğunu bilemediğiniz bir yere üzüntüyü, hüznü veya bir pişmanlığı yerleştiriverir. Sizi kendinizi bir koza misali içine sakladığınız ve kendinizi korumaya aldığınız o “an” dan koparıp atarak, geçmişin karanlık dehlizlerine veya geleceğin henüz keşfedilmemiş Kaf dağlarına taşır. Kendinizi baş etmek zorunda bulursunuz. Geçmiş ve geleceğe yolculuk yapar, kendinizi bir düşünce yumağının içerisinde bulursunuz. Çözmeye çalıştığınız ama bir türlü hangi ipin hangisinden sıyrılacağını bulamayıp hep başa döndüğünüz bir yumak. Siz çözmeye çalıştıkça daha da birbiri içine geçen bir yumak. Rüzgârın yüzünüzde bıraktığı bıçak darbelerine karşı merhem olsun istersiniz “gelecek” ama kararlı ve ısrarlı bir şekilde sizi bundan alıkoyar “geçmiş”. Zor zamanlardır bunlar. Baş etmeye çalıştığınız ve aşmaya çalıştığınız yaşadıklarınız yüzünüze derin darbelerle kazınmıştır. Elinizle her dokunduğunuzda hissedersiniz, dokunmadığınızda ise zihinlerinizin içerisinde aralıksız oynayan bir yaz matinesi filmi misali “geçmiş” size sürekli hatırlatır. Zor zamanlardır bunlar.
İnsanın ihtiyaç duyduğu tek şey kendisidir bu zamanlarda; içten içe bilir ki atom altı parçacıkları nerede gözlemlemek istese o parçacıklar da tam o an ve tam orada var olacaklar ve istediği gerçekliğin yaratılmasını sağlayacaklar. İstenilen gerçeklik mutlu olmak ise istemek yeter. Geçmiş ve geleceğin zihinde kurdukları tuzaklardan kurtulmak, zor zamanlarla başa çıkmak için bilir kendi içine dönmek gerektiğini. Bilir ki sert esen bir rüzgârın ardından tökezleyip düştükten sonra ellerini dayayıp doğrulmak için destek alabileceği toprak her zaman ordadır. Derin bir nefes alıp hareket edebilmek için kaslarına istediği oksijeni gönderecek hava ordadır. Bilir ki içinde düştüğü ve kendini dibe çekmeye çalışan denizin sonsuz su tanecikleri dize gelip onu kaldıracaklar yüzeyine, inandığı an. Ve bilir o ateş -ki tüm dünyayı küle çevirebilecek güce sahip- serin ve selamet olacak Yaradan istediğinde. Tekrar ayağa kalkar ve yoluna devam eder insan. Mor salkımın zamanı geldiğinde tekrar açacağını bilerek.




Yorumlar