Kopenhag: Kuzeyin İncisi
- Ahmet Yagci
- 16 Ağu 2022
- 6 dakikada okunur
Danimarka’da onuncu yüzyılda Vikingler tarafından küçük bir balıkçı kasabası olarak kurulmuş Kopenhag geçmişten günümüze Avrupa’nın en genç ve modern metropollerinden biri olmuş durumdadır. Yerel dilde anlamı “Ticaret Limanı” anlamına gelir ve İskandinavya coğrafyasının en önemli kültür ve ticaret merkezleri arasındadır. Şehrin tarihi dokuları o kadar mükemmel bir şekilde korunmuştur ki orta çağda yaşıyor zannedersiniz kendinizi ancak modern çizgiler ve tasarımlarla ince ince işlenerek dokunan iç mekanlarda aynı zamanda modern çağın saniyeleri hızla akar gider.

Kuzeyin kendine özgü iklimi kendini burada da gösterir. Kış ayları çok soğuk geçer ve güneş yüzünü çok sınırlı zamanlarda gösterir. İlkbahar ayında tomurcuk çiçeklerle kaplanan ağaçlar ve yeşil doğa yazın müjdecisi olarak sokaklarda kol gezer. Sonbaharı dört gözle bekleyen uslanmaz bir romantikseniz yeşil renginin sarıya döndüğü, yaprakların denizden gelen rüzgar eşliğinde dans ettiği caddelerde gezinir durursunuz. Seyahat için yaz dönemini ise yine hoş bir alternatif. Beyaz gecelerin etkisi ile karanlık gelmek bilmez ve mükemmel havanın eşliğinde şehri gezmenin keyfini sürebilirsiniz.
1. Gün
Yeni bir şehri keşfetmek, sokaklarında dolaşmak, havasını solumak, insanlarını tanımak ve sofralarına misafir olmak kadar güzel bir tutku olamaz sanırım. Sabah erkenden sıkı bir kahvaltı yapıp, spor ayakkabılarımı giyip kendimi adeta dışarı atıyorum bilinçsizce. İlk gün şehri otelimizin hemen yanında yer alan Kongens Have parkını ziyaret ederek rotamıza başlıyoruz. Parkın güzelliği karşısında adeta büyülendiğimizi hissedeceksiniz, sabahın en taze havasını içinize çekebilirsiniz. Parmağımız fotoğraf makinesinin deklanşöründen bir an olsun geri gitmek istemiyor, manzaralar olduğu gibi yerli yerinde olmasına rağmen sanki kaçacakmışçasına bir panik kaplar içimizi. Sabahın erken saatleri bile olsa park, yürüyüş yapanlar, koşanlar, köpekleri ile birlikte gezenler ve banklarda oturanlarla dopdolu olur. Parktan çıkıp Rosenborg kalesini fotoğrafladıktan sonra hemen karşısında yer alan Botanik bahçesine girebilirsiniz. İçeride çeşit çeşit bitki ve ağacın yer aldığı büyük bir alan burası ve zaman geçirmek için meraklısı için çok keyifli bir alternatif. Rotamızda görmek istediğim o kadar çok yer var ki kısa bir turdan sonra yine merkezi bir yer olan olan Norreport Metro İstasyonuna geliyoruz. Yüzlerce bisikletin park edildiği meydan, caddelerin neden boş olduğunu ve çok fazla araç göremediğinizi açıklıyor. Kopenhag bisikletlerin şehri, her köşe başında, parkta veya yolda, kısacası her yerlerdeler. Bu şehri ziyaret etmeden önce aklınıza bisiklet cenneti olarak Amsterdam gelebilir ancak bu şehri görünce fikrinizi değiştireceksiniz.
Neredeyse tüm Kopenhag şehrini yürüyerek keşfetmek mümkün ve eğer yürümeyi seviyorsanız atın kendinizi sokaklara, Kopenhag’a bayılacaksınız. Metro istasyonundan deniz yönüne doğru inen caddeye yönelerek şehri keşfetmeye devam ediyoruz. Kobmagergade caddesi üzerinde ünlü Round Tower’a çıkıyoruz ve şehrin silüetini yukarıdan görünce gezmek için daha da sabırsızlanıyoruz. Ara sokaklarda yürürken şehrin eski dokusuna ve mimarisine hayran kalmamak mümkün değil. Birkaç kilisenin içerisini gezdikten sonra Stroget alışveriş caddesine ulaşıyoruz. Şehir yeni yeni uyanmakta ve dükkanlar açılmakta. Kopenhag’ın en meşhur yöresel lezzetleri olan tereyağlı ekmek, çeşit çeşit sandviç ve unlu mamullerinin ününü duymuştuk, sabahın erken saatlerinde mis gibi ekmek kokusunu takip ederek bir “bakery” buluyor ve birkaç çeşit paketlettirip, bir bardak sıcak kahve ile meydanda bir bankta mola verebilirsiniz. Mevsim her ne kadar güneşe doysa da sabah serinliği ve hafif bir esinti kuzey ülkelerinde insanı kendine getirecektir.
Tekrar yola çıkma vakti. Görkemli yapılar, heykeller, kiliseler arasından geçerek yolumuza devam ediyoruz. Alışveriş caddesinin başına vardığımızda Guinness Rekorlar Müzesi dikkatimizi çekecektir. Müzenin önünde dünyanın en uzun boylu insanının maketi var, uzun boylu olduğumu düşünürdüm ancak maketin yanında yanıldığımı anlıyorum. Norveç, İsveç gibi İskandinav ülkelerinin para birimi genel anlamda değerlidir ve biraz pahalı ülkeler olarak bilinirler ki doğrudur. Danimarka da ucuz bir ülke sayılmaz ancak diğerlerine kıyasla bir derece daha uygun olduğu söylenebilir. Hatta Malmö’den birçok kişinin alışveriş için buraya geldiği söyleniyor. İki şehir birbirine yaklaşık 16 km olan Öresund Köprüsü ile birbirine bağlanır ve çok yakındır. Vakti olanlar için rotaya eklenebilir.
Gündüz vakti olmasına rağmen birçok kişinin elinde bira ile dolaşması ve kafelerde bira içmesi Avrupa’da sık karşılaştığımız bir şey değil ama Kopenhag’ın tam bir bira cenneti olduğunu söylemek zorundayız. Carlsberg veya Tuborg logosuna herhangi bir yerde rastlamamak mümkün değil. Lego şirketinin merkezi olan bu şehirde bir Legoland’a girmemek de olmaz. Çeşit çeşit, renk renk bir çok lego alternatifi var mağazalarda, dönüşte küçük bir çocuğu mutlu etmek isterseniz büyük bir zevkle içlerinden bir taneyi seçebilirsiniz. Keyifli kısa bir yürüyüş sonrasında şehrin en merakla görmeyi beklediğim kısmı olan Nyhavn’a geliyoruz. Eski liman anlamına gelen bu bölge bir kanal kenarında sıra sıra kafe ve retoranların dizili olduğu, her daim kalabalık ve rıhtım kenarlarına irili ufaklı teknelerin park ettiği tam bir görsel şölen. Eski limanda Kopenhag’da yaşamakta olan ve uzun süredir görmediğim eski bir arkadaşımla buluşup sohbet ediyoruz. Kopenhag’ın bilinmeyen yönlerinden bahsediyor, ilginç detaylar veriyor bize. Genel olarak Avrupa şehirleri içerisinde yaşayan bekar oranı oldukça yüksekmiş ve şehrin merkezinde yaşamak istiyorsanız evlerin çok pahalı olduğu ve oldukça ufak olduğu bir gerçek. Bununla birlikte insanlar oldukça mütevazı ve gösterişten uzak bir hayat sürüyor. Büyük görkemli alışveriş merkezlerinin yerini ufak ama şirin butikler almış bu şehirde. İnsanların en büyük eğlencesi sahil kenarında ve parklarda gezmek, spor yapmak ve tabi ki bira içerek sohbet etmek. Nerdeyse nüfusun tamamı çok iyi derecede İngilizce konuşuyor. Sokaklarda kolay kolay polis görmek mümkün değil, suç oranı oldukça düşük ve sanki görünmez bir el sürekli koordine ediyor bu güvenliği. Dolu dolu bir sohbetin ardından akşamın yorgunluğunu ise Taksim’in ara sokaklarına çok benzeyen Stroget caddesinin ara sokaklarında yer alan Jazzhouse’da müzik eşliğinde bir yemekle noktalayıp, heyecanla ertesi günün planını çıkarmak istiyoruz.
2. Gün
Yeni güne başlangıç noktamız yine Nyhavn oluyor. Nyhavn’dan bir Kanal Turu’na katılıyoruz. Küçük ince bir tekne ile Kopenhag’ın kanallarının arasında gezmek oldukça keyifli, çok güzel fotoğraf kareleri sunuyor ve Opera Binası, Denizcilik Müzesi ve Siyah İnci olarak bilinen Eski Taş Kütüphane gibi şehrin birçok görkemli yapısı bu alternatiflerden sadece birkaçı. Kanal turu o kadar eğlenceli ki döndüğümde tekrarlamamak için kendimizi zor tutuyoruz. Kısa bir kararsızlığın ardından kendime geliyoruz.
Kanal kenarındaki birçok taş binanın duvarlarında süzülerek göğe çıkmayan çalışan yeşillikleri fotoğraflıyoruz ve sahil hattı boyunca batıya doğru yürüyüş yapıyoruz. Sahilde dünyaca ünlü denizcilik konteyner firması Maersk Genel Müdürlüğü Binası çok güzel. Amalienborg Kalesi ve önünde Danimarka’nın simgelerinden biri olan uzun ince kırmızı bir kalemi andıran kulübelerin önünde nöbet tutan askerlerin devriyesini izliyoruz. Tam bu noktadan oldukça görkemli bir yapı olan Mermer Kilise (The Marble Church) dikkatimizi çekiyor ve muhteşem bir yapı olan kilisenin içerisinde biraz dinlendikten sonra tekrar yola koyuluyoruz. Sahil kenarında ilerlerken ileride deniz kenarında bir kalabalık göze çarpıyor. Tabi ki Kopenhag’ın ana simgesi olan bronz Küçük Denizkızı (The Little Mermaid) Heykeli hemen göze çarpıyor. Deniz içerisindeki bu heykel küçük ama ünü dünya geneline yayılarak çok büyük hale gelmiş. Hatıra olarak saklamak isterseniz tüm hediyelik eşya dükkanlarından küçük bir maketini satın alabilirsiniz. Sahil boyunca devam edince karşıma Churcill Park çıkıyor. Kopenhag’ın parkları oldukça muhteşem ve tertemiz. Park içerisinde bir de göl yer alıyor ve oldukça büyük olup her yaştan insanın vakit geçirdiği olağanüstü bir güzellikte. Ayrıca içerisinde fotoğraflayabileceğiniz çok güzel bir yel değirmeni de var.
Öğleden sonra rotamı Kopenhag’ın farklı ve ilginç bir bölgesi olan Christianshavn’a çeviriyoruz. Bu ada içerisinde oturabileceğiniz oldukça güzel evler yapılmış ve elit bir bölge. Ada içerisindeki kanallara park etmiş bir sürü tekne dikkatinizi çekiyor. Evler, deniz ve kanallar iç içe muhteşem. Bununla birlikte adanın içerisinde aynı zamanda Freetown Christiania adlı bağımsız bir yerleşim bölgesi mevcut. 1970’li yıllarda burası hippiler tarafından işgal ediliyor ve devlet tarafından daha sonra bölge kendilerine tahsis ediliyor. Burada kafa yapıcı otların kullanımı serbest ve bu yönü ile çok ilginç bir hikayeye sahip olan bölge her yıl binlerce turistin uğrak noktalarından biri. Ada içerisinde aynı zamanda meşhur bir de kilise var, adı Our Saviours Church. Bu kilisenin daracık basamaklarından çıkmaya cesaret ederseniz ve 15-20 dakikalık nefes nefese bir tırmanıştan sonra kilisenin en tepe noktasından şehir manzarasının tadını çıkarabilirsiniz. Denizle iç içe geçen kanallar, tekneler, tarihi yapılar ve parklar kısacası Kopenhag tüm güzelliği ile karşımıza serilecektir.
Akşamüstü olunca gezeceğimiz son birkaç durak daha olduğunu hatırlayıp aşağıya iniyoruz isteksizce. Yürümek oldukça keyifli olduğu için adadan şehrin merkezine doğru yine ayaklara kuvvet ilerliyoruz. Adayı bağlayan köprüden karşıya geçmek üzere geldiğimde insanların gösteri için toparlandığını görüyoruz. Christiana bölgesinden binlerce insan ot kullanımının tüm şehirde serbest bırakılması için yürüyüş düzenlemiş. Kendimizi bir an için Jameika’da hissediyoruz. Rasta saçlı, dövmeli, yeşil kırmızı sarı rengarenk kıyafetler, marijuana figürleri ve reggae müzik eşliğinde binlerce insan özgürlük için yürüyor. Olay çıkma endişesi sıfır keza göstericilerin rahat bir eylem yapması için en önünde iki motorsikleti polis eşlik ediyor ve yolları kapatıyor. İnsanların birbirine hoşgörülü olması, dinlemesi ve anlaması, özgürlük ve demokrasinin son noktası olsa gerek diye iç geçirip şehrin tekrar kuzeyine doğru yol alıyoruz. Yolumuzun üzerinde yer alan ana meydanda sokak tezgahlarını geziyoruz. El emeği ve antik eşya satanlara karşı turistlerin ilgisi çok büyük. İkinci dünya savaşından kalma çakılar, eski yemek takımları, saatler, eski taş plaklar gibi farklı ve enteresan hediyelik eşyalar bulabilirsiniz burada. Bu bölgenin çevresinde ziyaret edilebilecek yerler Royal Library, National Museum, Thotvalden’s Museum, Stock Exchange.
Benim için Kopenhag gezisinin son noktası ise Tivoli Bahçeleri. İçerisinde her yaşa hitap eden eden birçok eğlence mekanı, restoranlar, gösteri merkezleri ve lunaparklar gibi çeşit çeşit eğlence merkezi var. İçerisi özellikle yazın geç saatlere kadar açık, cıvıl cıvıl ve rengarenk. Kraliçenin bile doğum gününü burada kutladığı söyleniyor.
Artık bu kısa gezinin sonuna doğru geliyoruz. Kopenhag kısa bir zaman içerisinde uçtan uca gezebileceğiniz muhteşem bir gezi rotası alternatifi. Yürüyerek veya bisiklet üzerinde yapacağınız bu gezinin tadını çıkarın.
YAPMADAN DÖNMEYİN
Bir bisiklet kiralayarak şehri baştan uca gezin
Nyhavn – yeni limandaki kafelerde oturun, çeşit çeşit biraların tadına bakın
Kanal turu yapın, geri dönmek istemeyeceksiniz
Tivoli bahçelerine bir bilet alın ve eğlencenin tadını çıkarın
Kongens Have ve Churcill parklarında gezin, koşu yapın
Stroget alışveriş caddesinde alışveriş yapın
Guinness rekorlar müzesine mutlaka uğrayın
Our Saviours Kilisesine çıkarak şehrin manzarasının tadını çıkarın
Bir legoland mağazasında çocukluğunuza dönün
Freetown Chirstiana adasında hippi yaşam tarzını yaşayın
Mermer kiliseyi ziyaret edin
Amalienborg Sarayından deniz kenarına doğru yürüyüş yapın
Danimarka askerlerinin ünlü kırmızı kalem kulübelerinde devriye atışını izleyin
Arnold Busck Kitabevine uğrayın, çocuğunuza Andersen’den masallar kitabı alın
Kongens Nytorv meydanında el emeği ve antika satan tezgahları ziyaret edin
Ve tabiki şehrin sembolü küçük deniz kızı heykelini fotoğraflayın




Yorumlar