Kirpi
- Ahmet Yagci
- 2 Eki 2022
- 4 dakikada okunur
Olağan ve sıradan bir günün sonunda uyku vakti gelmişti. Televizyonu kapattıktan sonra Bella’yı yuvasına koymak için bahçeye çıktım.

Bella, ailemize kızımızın köpek sevgisi ve ısrarlı ve bitmek bilmeyen yakarmaları sonucu katılan bir Çin Aslanı cinsi köpek. Bahçeye çıktığımda Bella’yı kulübesinin çevresinde kendine ait olan alanın tel kapısından içeri doğru hiç kıpırdamadan bakar buluyorum. Gözlerinde kilometrelerce yukarıdan avına kilitlenmiş bir şahin sessizliği olduğunu fark ediyorum. Yanına gidene kadar hiç kıpırdamadan öylesine duruyor. Çit kapının önüne geldiğimde alanında ne olduğunu merak edip çevreyi bir kolaçan ediyorum. Sonbaharın ısrarlı rüzgarlarına dayanamamış farklı büyüklüklerde ve yan yana dizilmiş irice iki büyük yaprak dışında hiçbir şey göremiyorum. Çitin kapısını açar açmaz Bella alanının içerisindeki kulubenin içerisine doğru, bir anda açılan kapıların ardından dört nala koşmayan başlayan yarış atı edasıyla koşmaya başlıyor. Kulübesinin içerisi karanlık olduğundan ilk başta ne olduğunu anlamasam da, o sevimli yüzüyle Bella bir anda havlamaya ve kulübenin içerisinde sinirli bir şekilde etrafında dönmeye başlıyor. Bella’nın huyundan biraz bahsetmek gerekiyor sanırım bu noktada. Çin aslanları aslana benzeyen kafası ve yumuşacık tüyleri ile sevimli mi sevimli görünen bir cins olsa da başına buyruk ve inatçı karakteri ile bir o kadar güçlü bir köpek. Benim en sevdiğim huyu ise çok az havlaması. Sipariş getiren ve kendisi için tanınmadık kuryeler ve arada sırada sırf Bella’yı kızdırmak istermişcesine yavaş ve aheste bahçenin dışından geçen kediler dışında neredeyse hiç bir şeye havlamıyor. Bugüne kadar gece havladığı tek bir şey ise her gün gece yarısına doğru bahçenin dışarısındaki otların içerisinde hışır hışır ses çıkaran kirpi. Karnı acıkan kirpi ise kendine yemek için solucan, böcek veya çekirge arıyor. Hele yağmurlu bir günün ardından bahçemizi istila edercesine cesaretle ortaya onlarca solucan kirpinin arayıp da bulamadığı şey. Her gece böcek avına çıkan kirpi bu gece ise gözünü Bella’nın mamalarına dikmiş olsa gerek kulübenin içerisinde olduğunu fark ediyorum. Yüksek çitlerin arasından nasıl bahçenin içerisine girip, Bella’ya fark ettirmeden nasıl ikinci çit katmanını aşıp kulübenin içerisine girdiği hakkında hiçbir fikrim yok. Kirpilere özel bir yetenek olsa gerek diye aklımdan geçiyor. Oysa ki Bella tam bir kirpi düşmanı. Ne zaman kirpi geçse onun havlamasından anlar, ardından limon selvilerin altındaki kurumuş yaprak yığıntısının hışır hışır sesleri gelirdi. Bu gece Bella’nın bir kirpi düşmanı olduğu kadar aynı zamanda da bir kirpi avcısı olduğunu öğreniyorum üzülerek. Bir gün kirpi ile Bella karşı karşıya gelse diye düşünürdüm hep. Kirpinin bir gün yanına kadar yaklaştığımda kendini bir top gibi yuvarlayarak gizlemeye çalıştığını görmüştüm. Doru mu yanlış mı bilmem ama yanına çok yaklaşıldığında dikenli oklarını fırlattığı hep aklımda olduğu için belli bir mesafeyi korumuştum hep. Biraz bekleyip uzaklaştıktan sonra tekrar eski halini alır ve aheste aheste uzaklaşmaya başlardı. Bella da ister sitemez bu oklardan korkar ve havlamaktan başka bir şey yapamaz diye düşünürdüm. Yanılmışım. Bella’nın tatlı ve masum bakışlarının ardında bir aslan yüreği olduğunu unutmuşum. Öylesine sinirli bir havayla ısırmaya çalışıyor ve patileriyle vuruyordu ki, tasmasından tutup çekmeye çalışsam da sahip olduğu gücün ilk defa farkına varmıştım. Kulübenin içerisinin dar olması, gecenin karanlığı ve bir köpeğin kirpiye olan bu acımasızlığı beni iyiden iyiye panikletti. Zar zor Bella’yı çekmeye gayret ederken, kirpiciğin aldığı darbeler ile kimbilir nasıl bir acı ile çıkardığı o sesi ömrüm boyunca unutmayacağım. Kirpilerin nerseyde aynı büyüklükte ve siyah, küçük zeytini andıran gözleri ve burnu vardır. İki göz ve burun bir eşgenar üçgeni oluştururlar. Kirpiyi gördüğünüzde bu sevimli yüzün üzerinde koyu kahverengi tonlarında dikenleri görürsünüz. Dıştan bu görünümüyle düşmanlarını kendinden uzaklaştıran kirpilerin alt tarafı ise açık kahve tonlarında ve ufacık tüylerle çok tatlıdır. Burunları ince ve uzun olan kirpiler ağaçlık alanlarda, toprağın altından kazarak kendilerine oluşturdukları yuvalarda kimselere görünmeden yaşarlar. Yalnız dolaşırlar. Ben kirpilerin her haliyle karakterli bir hayvan cinsi olduğunu düşünürüm. Gözlerim bir an kirpinin gözlerine denk geliyor ve hırıltıyı andıran bir ses çıkardığını işitiyorum. Bella’yı güç bela uzaklaştırıp bahçenin diğer tarafına bağlıyorum. Bella, belli ki bahçenin dışarısında gezindiğinde sadece kızmakla yetindiği kirpinin kulübesinin içerisine kadar gelmesine oldukça sinirlenmiş. Tamamen ona ait olan özel bir alana yapılan bu habersiz ziyaret karşısında çılgına dönmüştü. Asla sakinleşmeyecekmiş gibi görünüyor, çılgınca havlıyordu. Kirpinin bu davranışı tolere edilemeyecek bir şeydi. Belki de kızdığı kirpinin gösterdiği bu cesaretin sadece kendine has bir özellik olduğunu sanmasıydı. Oysa ki kirpicik açtı ve yiyecek birşeyler arıyordu. Uzun zamandır yağmur yağmadığından ortadan kaybolan o lezzetli solucanlar ve salyangozlar bir anda ortadan kaybolmuşlardı. Bella’nın o akşam karnı çok aç olmasa gerek tabağında bıraktığı bir miktar mamanın kokusunu almıştı o ince uzun burnu. Karnı aç olmasa cesaret eder miydi hiç, korkardı Bella’dan, giremezdi kulübesine kadar. O gece kirpinin son gecesiydi. Yanına vardığımda kıpırdamadan yatıyordu. Bedenin altındaki o yumuşacık alan parçalanmıştı. Bedenine bir zırh gibi giydiği dikenli elbisesi onu bu sefer koruyamamıştı. Ne yapacağımı bilemedim o an. Bir yandan Bella’nın ısrarlı ve gecenin sessizliğini sert bir şekilde yaran havlamaları, bir yandan uyanıp ne olduğunu anlamayan çalışan ev halkı beni iyiden iyiye telaşlandırmıştı. Kirpi suçsuzdu ve masumdu. O gece ölmeyi hak etmemişti. Hızla kendime geldikten sonra kirpiyi bir süpürgenin yardımı ile önce bahçeden uzaklaştırmış sonra da sitenin dışına doğru bir yere taşımıştım. Bella’yı da tekrar kulübesine taşıdım. Biraz olsun sakinlemişti ama hala burnu ile sağı solu koklamaya devam ediyordu. Kirpi oralarda mı diye kokusunu almaya çalışıyordu. Oysa ki kirpi artık yoktu. Kirpinin kendini mutlu hissetiği ve yaşam alanı bulabildiği sitenin hemen dışındaki tarla ve arazida bugünlerde ağır tonajlı kamyonlar gelip geçiyordu. Bu kamyonlar kirpiye yabancıydı. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor, kafasını özenle kazdığı toprağın içerisindeki evinden dışarı çıkarıp baktığında sağa sola koşuşturan sarı yelekli ve kafalarında baretli insanları, gecenin karanlığında veya gündüzün aydınığında yapayalnız duran bir bekçi kulübesini, kulübenin hemen yanında yaktığı odunlarla ısınmaya çalışan bir bekçiyi ve siyah arabaların içerisinde gidip gelen ve ellerindeki bir takım aletlerle hesap kitap yapmaya çalışan mühendisleri görüyor ve anlam veremiyordu. Bugüne kadar sadece keklikleri avlamaya çalışan tek tük avcıların, vakti geldiğinde buğday, kanola veya ayçiçeği eken ve traktörü ile toprağı süren bir çiftçi ve yanındaki yetişen oğlunun, normalde yılanlardan çok korkan ama cahil cesareti ile ilkbaharda ve yazın sağda solda çıkan o rengarenk kır çiçeklerinin ve papatyaların güzelliğine aldanıp peşlerine takılan benim dışında kimselerin uğramadığı bu topraklar artık beyaz adamın uğrak yeriydi. Beyaz adam bu toprakları keşfetmişti artık ve beyaz adamın keşfettiği bu toprakları ne kirpiler, ne yılanlar, ne yol kenarlarında öbek öbek orayı gizlemek ve korumak istermişcesine kıpkırmızı açan gelincikler ne de başına buyruk ve asi borçaklar kurtarabilirdi. Yatağa yattığımda olanları düşünmekten uyku tutmadı bir süre. Dışarıdan ise hala Bella’nın homurtuları geliyordu. O da uyuyamamştı besbelli. Kirpi nasıl olur da kulübesinin içerisine girebilir, nasıl olur da onun ertesi gün için bıraktığı tap taze mamalarını yemeğe çalışırdı. Kirpi ise masumdu. Öyle bir surat ifadesine sahip bir varlık nasıl suçlu olabilirdi ki.




Yorumlar