top of page

Hayallerdeki Trans Sibirya

  • Yazarın fotoğrafı: Ahmet Yagci
    Ahmet Yagci
  • 31 Ağu 2022
  • 8 dakikada okunur

Önce bir kahve demledim, hep yaptığım gibi. Bir işe başlamadan önce vereceği ayıklığı hissetmek istedim içimde. Bilgisayar başında önce ürkek parmaklarım. Bir köpeği gördüğünde olduğu yerde kala kalan bir kedi gibi ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde düşüncelerimi dinlemeye çalışıyorum. İstiyorum ki beni bir yerlere sürüklesinler, kuzey rüzgarları gibi. Ansızın essin içime, önce serinliği ile kendime getirsin istiyorum. Kimi zaman sessiz kimi zaman sert kimi zaman da bir pamuk yumuşaklığında kulaklarımızın üzerinden geçip gitsin istiyorum uzaklara. Uzaklardan bana getireceği hayallere dalmak geçiyor içimden. O hayaller ki her zaman gelmez, her zaman görünmez insana. Bana görünsün ve ilham versin istiyorum sabırsızca. Önce ne yazacağını bilemeyen parmaklarım bilgisayarın tuşlarına bir anda basmaya başlıyor. Yazmak istiyorum içimdekileri, yazmak istiyorum tutkularımı, yazmak istiyorum tüm hayallerimi. Gelecek zamana bırakmak istiyorum içimdekileri. Yıllar sonra belki birisi okusun istiyorum. Bir şeyler bırakmak istiyorum kendimden, ne bırakabilirsem. Kahvemi yudumladığımda ağzımda bıraktığı yoğun tadı mesela. Bu tadı bırakmak istiyorum sonraki yıllara. Kokusunu belki de. Bir yudum almadan önce kendini hissettiren, havada dağılmak için acele etmeyen ve tadına hep sadık.

ree

Bugünlerde yatmadan önce beni her gece uykulara taşıyan bir hayalim var: Günlerce sürecek bir tren yolculuğu yapmak. Soğuk bir kış günü kuzeyden güneye ve acelesiz bir yolculuk. Rusya’dan başlamak mesela ve güneyde Çin’e doğru uzanmak. Soğuk ve karanlık bir geceye en iyi yakışan şehirlerden birisi olan Moskovadan, yıllar yılı içerisinde biriken yaşanmışlıklarla dolu bir tren garından. Eski ama bakımlı, büyük ve korunmuş, romanlardaki yirminci yüzyılın başında yaşayan karakterler gibi özenli ve bakımlı kıyafetleriyle, ellerindeki valizleri yere bırakmış ve sigarasını hızlı bir kibrit hareketi ile rüzgardan sakınarak yakan, ürkek gözleriyle veda etmeden geride bıraktığı sevgilisini şimdiden özleyen, kendisini uğurlamaya gelmiş arkadaşını daha fazla beklememesi konusunda ikna etmeye çalışan ve soğuktan üşümüş ellerini paltosunun cebinde taşıdığı eldivenlerini tutarak ısıtmaya çalışan insanların olduğu bir kalabalık içerisinde yapayalnız hissederek. İnce ince düşen yağmur mu yoksa kar mı olduğu ayırt edilemeyecek kadar küçük tanelerin zemin üzerinde bıraktığı cılız yaşlığın üzerine acele ile basan sağa sola koşuşturmaca içerisinde hareket eden bir telaşın ortasında kalmış bir soğukkanlılıkla. Kimilerini sevdiklerinden ayıran kimilerini ise sevdiklerine kavuşturacak olan trenin yavaş yavaş ısınmaya başladığı ve dumanların sessizce tütmeye başladığı bacasına bakarak gözlerimi kapayıp o sahnenin baş rol oyuncusu olmanın verdiği kendine güvenen bir eda ile o an içinde kaybolarak.


Tren hareket etmeden önce hazırladığım çantayı gözden geçirmek isterdim içimden. Yetecek kadar çamaşır, kahve, fotoğraf makinesi ve ekipmanları, laptop, telefon, şarj cihazları, bir iki gün yetecek kadar abur cubur ve en önemlisi de kitaplar. Her çeşitten farklı konularda kitaplar. Ne olursa. Tren yolculuğunun yerine daha hızlı ulaşım araçlarına bıraktığı yüzyılımızda nedendir bilmem ama içimde böyle bir seyahate karşı inanılmaz bir özlem var. Belki de artık çok hızlı akan zamanı biraz olsun durdurma isteği veya zamanın tren içerisinde daha yavaş aktığına çocukça bir saflıkla kendimi inandırmam olabilir. Belki de okuduğum romanlardaki çıktığı yolculukla birlikte aradığı soruların cevaplarını bulan karakterlere duyduğum kıskançlık. İstiyorum ki çıkacağım bu yolculukta uzun uzun düşüneyim. Ama hiç acele etmeden ve telaşsız. Trenin raylarda yavaş yavaş hareket etmesinin ardından özgürce hızlanması ile birlikte başka bir zamanın veya başka bir boyutun açılan kapılarından geçeyim. Trene binmişliğim üniversite çağında birkaç kez Denizli’den İstanbul’a seyahat etmekle sınırlı. Yaklaşık 15 saat süren yolculuk bir ömür gibi gelirdi o zamanlar. Oysa ki şimdi saatler, hatta günler sürecek bir yolcuğu hayal ederken buluyorum kendimi bugünlerde.


Biten kahvemi ikinci bir bardakla tazeliyorum ama biraz soğuduğu için tek nefeste tümünü içiveriyorum. Hayalini kurduğum yolculuğun tam tersine. Okuduğum kitapların etkisi halen tesir ediyor zihnime. Keşke yirminci yüzyıla kendimi taşıyabilsem ve bu yolculuğu o yüzyılın içerisinde yapabilsem sessizce, kimseye görünmeden. Belki bu yüzyılın insanı değilim belki de Hint felsefesindeki gibi bir önceki hayatımdan kalan sanrılar bunlar. Tek düşündüğüm şey ise yolculuk. Ağır ağır başlayan ve ağır ağır biten. İçimden ise hiç bitmemesini umut ederek. Yolculuk saatinin yaklaşması ile peronda insanlar hareketlenmeye başlasa; telaş içerisinde garın içerisindeki pasta fırınından sımsıcak çıkan çörekleri kaçırma telaşıyla tökezleyen yaşlı teyze, ona yardım eden istasyon görevlisi, son biletlerini satmaya çalışan ve evdeki sobanın ısıttığı tek odada şu an ne yaptıklarını hayal ettiği ailesini düşünen gişe görevlisi, trenin istasyondan kalkacak son tren olması nedeniyle kısa bir süreliğine kapıları kapatmaya hazırlanan görevliler, vedaların ortamda bıraktığı hüznü gökyüzüne savuran rüzgar ve hemen ardından umudu kalplere tekrar yerleştiren trenin kalkış sesi. Böyle bir sahne ile başlasın isterim yolculuğum. Gerçek olamayacak kadar intizamlı ve yerli yerinde olsun her şey. Bu yakışır insanın kendini keşfetmek için düşeceği yola.


Kondüktörün kalkış zamanının geldiğini işaret eden sesin kulaklarda çınlamasına kadar peronda beklemek isterdim. Vazgeçmek ister mi belki benliğim? Korkar mı yolculuktan? Kendini keşfetmeye yeteri cesareti yoktur belki ya da gerçeklerle yüzleşmeye. Hiçbir şey düşünemeyecek kadar geçen o kısa zaman içerisinde ayaklarım kendi kendine hareket etsin isterim. Basamakları birer birer çıkıp gülümseyeyim diğer yolculara. Acaba onlar da aynı duygularla mı bu trene biniyor diye aklımdan geçsin isterim. Trenin hareket etme telaşı ile oradan oraya koşuşturan kalabalık içerisinde yerimi almak isterim. Yanan kömürlerin verdiği sıcaklık ile hareket eden tekerlerin raylarda usulce hareket etmesiyle başlasın bu yolculuk isterim. Dışarıda buz kesen havaya rağmen içerideki sıcak havanın verdiği rahatlıkla başlasın, sonradan terletecek ve boğacak olmasını bilsem de.


Hayalini kurduğum tren yolculuğunun içerisinde konaklamak istediğim yer küçük bir oda. Belki trenin en arka tarafında, ıssız ve sessiz bir köşede. Ne çok büyük ne de çok küçük, hayallerimin sığacağı kadar bir alan olsa yeterli. İçerisinde rahat bir yatak, yazı yazabileceğim küçük bir masa, kitapların sığacağı kadar bir alan ve dış dünya ile tek bağlantım olacak bir de pencere kenarı. Gecenin sessizliği içerisinde yavaş yavaş yol alırken tren, kendimi yavaş yavaş bırakmak isterim bu ortama. Alışmak için kısa bir süre yeter de artar bile. İnce damlaların kalınlaşarak kar tanelerine dönüşse keşke diye iç geçirirken bileti kontrol etmeye gelen görevlinin kapıyı çalması ile irkilmek, ardından Rusların kendine özgü soğuk yüz ifadesine bakarken bu rüyayı bozacak bir şey olmasından endişe ederken bilinçsizce takındığım gülümseme ile kendime gelmek ve kontrollerin tamamlanmasının, biletin üzerine damganın vurulmasının ardından içimi kaplayan huzur ile sakinlemek isterim. Zaman dursun da isterim. Bilmem ki çok mu oluyor artık bu rüyada kendi adıma dileklerim. Bugüne kadar kim için durmuş ki zaman benim için dursun. Kime ayrıcalık tanımış ki bana tanısın. Hemen yazmaya başlamak isterim, aklıma gelenleri kararlamak, peronda gördüğüm atmosfere ait ne varsa not ederek başlamak. Hiçbir detayı atlamadan, en ufak ayrıntıya kadar betimleyerek başlasın isterim düşlerimdeki kitap.


Dışarda yavaş yavaş kar var artık. Taneler iri iri olmuş, hızla düşüyor yeryüzüne. Birkaçı camlara vurmaya yeltense de trenin artan hızı ile cılız kalıyor bu dokunuşlar. İçeriden gelen ısı ile eriyip su damlası halinde yavaş yavaş iniyorlar pencereden aşağıya. Düşünsenize bir kar tanesinin ömrü ne kadar kısa? Oysa ki ne kadar beyaz, pürüzsüz ve saf. Tam olmak isteyeceğiniz gibi. Ömrünün bu denli kısa olacağını bile bile var olmaktan hiç çekinmez kar taneleri. Kısa da olsa mükemmel olmak ve bununla gurur duymak yeter. İstemsizce camda aşağıya doğru kayan su taneciğine takılıyor gözlerim. Bir yerlerde hali hazırda akan bir insan ömrü gibi, farkında olmadan. Keşke insan kendini dışarıdan izleyebilse bir şekilde. Akan ömrünün camda bıraktığı izleri takip edip farkına varabilse bir son olduğunu. Evet bir “son”. Filmlerdeki gibi tekrar başa sarıp izleyemeyeceğini acıyla fark edeceği kadar yakın bir son. Hiç gelmeyeceğini düşündüğümüz, aklımıza geldiğinde korkup düşünmek istemediğimiz, hep ertelediğimiz bir son. Tıpkı bu trenin varacağı istasyon gibi orda bekliyor bizleri. Hepimizin hayatları aslında böyle bir yolculuk değil mi indiğimiz istasyonları farklı olan? Ama hep bir son istasyon orda bekliyor.


**************


Tren ağır ağır ilerliyor uçsuz bucaksız coğrafyalarda. Tatlı bir uykuyla kapanmış olan gözlerim kapalı. Bir anda uyanıveriyorum istemsizce. Başucumda duran telefona uzanıp saate bakmak istiyorum istemsizce. Mevsimlerden kış olduğu için gece ile gündüzü ayırt etmenin zor olduğu günlerdeyiz. Bir an nerede olduğumun bilincine varamıyorum. Akşamüstü trene binerken kondüktörün üflediği düdük sesi aklıma geliyor ve irkiliyorum. Hep hayalini kurduğum yolculuğun içerisinde sanki bir hayaldeyim. Saat sabahın beşini birkaç dakika geçmiş. Güneşin yüzünü göstermesine saatler var daha. Geri uyumak veya kalkmak arasında tereddüt ediyorum. Uyumak yerine göre güzel ama sanki bu ilk saatlerde bir zaman kaybı gibi geliyor. Zamanın her anında bilincim açık olsun istiyorum ve uyku bir suçluluk duygusu oluşturuyor bende. Geçen her anda ayık kalabilsem keşke ve her anı kaydedebilsem bir şekilde. Oysa ki unutkandır insanoğlu. Hatırladığımızı sandığımız birçok anı geçmiş zaman içerisinde bir yerlerde kaybolmuş. Kaloriferlerin yaydığı sıcaklığı hissediyorum aniden. Dışarısı da bir o kadar soğuk. İçeride olsam da dışarıdaki soğuğu zihnimle hissedebiliyorum. Yataktan kalkıp pencerenin kenarına geçiyorum. Gecen zifir karanlığı kaplamış her yeri. Sanki tren hareket etmiyor karanlığın içerisinde bir yerlerde duruyor. Raylarda ilerleyen tekerleklerin çıkardığı ses olmasa buna inanacağım nerdeyse. Boşlukta hiçliğin içerisindeyim. Varlıklar aleminde unutulmuş bir yolcuyum. Dışarıya baktığımda gördüğüm tek şey cama vuran yüzüm. Uykulu gözlerle endişeli bakışları fark edebiliyorum. Kuzeyde soğuk bir tren garından açıldığım bu yolculukta gitmek istediğim yer ise kendim. İçimde bilmediğim, bugüne kadar farkında bile olmadığım yerlere gitmek istiyorum. Bugüne kadar hiç basmadığım topraklara basmak, hiç koparmadığım kır çiçeklerinden koparmak, hiç bilmediğim bir sokakta aniden bastıran yağmurun altında çaresizce sırılsıklam kalmak ve hiç tatmadığım meyve dallarına uzanmak tek arzum. Hiçliğin ve karanlığın içerisinde kendi içimi aydınlatmak istiyorum.


Uzaklarda bir kasabanın ışıkları ile daldığım düşüncelerden gerçekliğe dönüyorum. Belli ki ufak bir yerleşim yeri, ışıklar seyrek ve cılız. Kim bilir içerisinde hangi hayaller var oldu bugüne kadar, hangi sevdalar yaşandı veya hangi ağıtlar yakıldı gidenlerin ardından. Elleri buruş buruş olmuş, saçların düşen akların eşlik ettiği yaşanmışlıklar ile dolu bakışları ile bu çorak topraklarda var olma mücadelesi veren yaşlı bir dede uyuyor belki. Bebeğin ağlamasıyla uykusundan uyanmış çileli bir annenin açtığı ışık belki de içlerinden birisi. Tren kendini bir an için boşlukta raylara bıraktığında oluşan sessizlikte duyar gibiyim sanki ağlamasını bebeğin. Bahçeli bir ev belki de yaşadıkları yer. İçerisinde papatyalar var mıdır? Aklıma çocukluğumda sıklıkla gittiğimiz köyümüzdeki papatya tarlası geliyor nedense. Köyün dışına doğru sıralanan tarlalara varmadan ilk duraklardan birisi olan ve bir deniz misali olabildiğince toprağın üstünde bitivermiş yoğun papatyaların arasına hızla koşardım. Ellerimi iki yana açarak papatyalara çarpan parmaklarımın çıkardığı sesi kulaklarımda hala. Anılarımın geçmiş zamanda kaybolmadığının farkına vararak rahatlıyorum. İçimi kaplayan huzur ile keyifleniyorum. Bir bardak çay olsaydı yanında şimdi. Yok yok çaydan eskisi kadar keyif almadığımı hatırlıyorum ve canım kahve çekiyor. Yanımda getirdiğim kahve çekirdeklerim, kahve öğütme aparatım ve kahve demleme setim olmazsa bu yolculuğun hiçbir keyfi olmazdı diye düşünüyorum. Her istediğimde kahvem hazır olmalı ve kendime bir sıcak kahve demliyorum. Kahvenin kokusu tüm odayı kaplıyor bir anda. Sabahın kör saatlerinde aldığım ilk yudumla çıktığım yolculuğun heyecanı daha da bir artıyor. Uykulu olan zihnim kendini yavaş yavaş dinçliğe bırakıyor.


Orta yaş diyebileceğimizi zamanları biraz geçmişken hayatıma giren ve çıkanları, bana kattıklarını ve benden aldıklarını düşünüyorum. Yaşamı düşünüyorum. Bugüne kadar okuduğum kitaplardan öğrendiklerim ve içimde filizlenen düşüncelerin zihnimde oluşturduğu “yaşam” algısının ne demek olduğunu sorguluyorum. Yalnızlığımın tadını çıkarıyorum. Her insan yaşamının içerisinde mutlaka farklı ruhların eşlik etmesine ihtiyaç duyar. Kimisine çok kimisine ise az bir sayıda olan bir eşliktir bu. Ben hep kendi yalnızlığımda daha fazla keyif alabilen birisi oldum. Okuduğum kitaplardaki karakterlerin eşlik etmesi yeterli geldi belki de bugüne kadar hayatıma. O karakterlerin içerisinde olduğu bir başlangıç ile çıktığım bu yolculuğun içerisinde bana eşlik edecekler yine. Derken gözüm gökyüzünde kayan bir gök taşına takılıyor. Gecenin karanlığını sessizce delip geçiyor. Derin baktığımda yıldızları fark ediyorum. Karanlığın içerisinde binlerce yıldız. İrili ufaklı, daha güçlü veya cılız ışığı ile milyonlarca yıl öncesinde bize akan zaman yolcuları. Sahi zamanda yolculuk mümkün mü? Zamanda seyahat edebilme yeteneğim olsa ilk nereye giderdim diye düşünüyorum. Geçmişimde hatırlayabileceğim ve mutlu olduğum bir an veya gelecekte hiç bilmediğim ve yaşanmak için orada bekleyen başka bir an belki de. İçerisinde yolculuk ettiğim bu tren belki de beni taşır mı o geleceğe? Geleceğe gittiğimde kendimi bulamazsam diye aklıma geliyor. Belki de yaşanan tek anın yaşadığımız an olduğunu idrak etmemi sağlar kim bilir. Sahip olduğumuz tek “an”. Ne geçmiş ne de gelecek. Farkına varabilsek keşke, çok geç olmadan.


Tren ağır ağır ilerlemeye devam ediyor. Hiç acelesi yokmuşçasına dönüyor tekerlekler, sakin ve kararlı. Saat ise sabahın altısına yaklaştı. Yıldızların gücü yetmiyor aydınlatmaya gökyüzünü. Ay ise kayıp gökyüzünde. Var olduğundan beri dünyaya sadık bir yol arkadaşı. Güneşin yokluğunda insanların yardımına koşan ay bu gece küsmüş sanki ortalarda görünmüyor. Uzaklardaki kasabayı çoktan geçtik. Görünürde ise hiçbir şey yok. Karanlığın hüküm sürdüğü bu mevsimde insanoğlunun kıymetini bilmesi gerek hayallerinin. Sahi hayalim ne benim? Bir sonu olduğunu bildiğim bu yolculuk mu, okuduğum kitapların içerisinde bir zamanda yaşamak mı yoksa sadece boş bir zihin ile sonsuz sessizliğin içinde varlığımı hissetmek yeterli mi? Şu anda olduğu gibi.



 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

1 Yorum


hilalhesapci
10 Eyl 2022

Keyifle okudum, betimlemeler çok güzeldi, okurken hayal dünyanız gözümde canlandı, o trende yolculuk ettim ben de sizinle. Kaleminize sağlık...

Beğen
IMG_3093.JPG

Ruhlarınız şarkı söylerse eğer, hayat sizleri dansa kaldıracaktır. 

Gelin beni yakından tanıyın :)

Let the posts
come to you.

Thanks for submitting!

Let me know what's on your mind

Thanks for submitting!

© 2023 by Turning Heads. Proudly created with Wix.com

bottom of page