Faroe Adaları
- Ahmet Yagci
- 25 Ağu 2022
- 6 dakikada okunur
Tempo Travel / Sonbahar 2020 sayısında yayımlanmıştır.

Bir tutkudur kuzey..
Nefes alışveriş, coşku ve heyecandır, bağımlılık yapar bazıları için..
İskandinav coğrafyasının kendine has dokusu ile kendine çeken ve keşfedilmeyi bekleyen Faroe Adalarına düşüyor yolumuz. İzlanda ve Norveç’in ortasında denizin üzerinde 18 adanın bir araya gelmesiyle oluşan haritada nokta büyüklüğünde minik bir adalar topluluğu olan Faroe Adaları içişlerinde bağımsız olmasına rağmen Danimarka’ya bağlı bir devlettir. Son dönemlerde dünya genelinde İzlanda çok popüler bir seyahat noktası olmasına rağmen özellikle yaz mevsimindeki turist kalabalığına girmek istemeyenler için farklı bir seçenek olarak karşımıza çıkıyor. Halen bakir, tertemiz doğası ve doğallığı ile son zamanlarda birçok turistin ilgi odağında. Kendine has çim kaplı çatılardan oluşan evleri, dağlık alanları bile yemyeşil ve üzerinde yüzlerce kuzunun olduğu geniş alanları, nefes kesici yol manzaraları, fiyortlar ve şelaleleri ile tam bir yeryüzü cenneti.
Kış aylarında ülkenin üzerini beyaz incecik bir kar tabakası kaplıyor. Kuzeyin kendine hasa soğuk ve rüzgarlı havası ülkeyi uçtan uca dolaşıyor. Bu nedenle yaz aylarında seyahat etmek en doğru mevsim. Ortalama sıcaklık 11-13 derece arası olacaktır. Faroe Adaları’nın kendine has bir sisli de bir yapısı var. Saatler içerisinde kendinizi sisli bir havanın içerisinde önünüzü görmekte zorlanırken bulabilirsiniz, aynı hızda da kayboluyor. Bununla birlikte sis karşı dağlara çok yakışıyor, olağanüstü manzaralar ortaya çıkıyor. Ada geneli çok küçük bir coğrafya bir uçtan diğerine eğer yol bağlantısı var ise iki üç saatte ulaşmanız mümkün. Bu da gezginlere iyi bir planlama ile birçok lokasyonu görebilme imkanı tanıyor. Ayrıca nüfus oldukça az, yerleşim yerleri çok küçük. İlginç bir şekilde ülkedeki kuzuların sayısı insan sayısından fazla. Terkedilmiş bir ülke izlenimini verirken dolaştığınız alanlar henüz hiç dokunulmamış, sanki ilk siz ziyaret etmişsiniz duygularını içinizde uyandırıyor. Fotoğraf meraklıları için tam bir cennet olan ada, her noktasında size farklı manzaralar sunmaya hazır bekliyor.
Adaya en kolay ulaşım yöntemi Danimarka’ya bağlı olduğu için iç hat uçuşu avantajını da elde etmek için başkent Kopenhag’dan uçmak. Diğer türlü Schengen vizesi yetmiyor, ayrı bir vizesi var. Uçuş süresi yaklaşık bir buçuk saat, zaman çok hızlı geçiyor. Adaya uçak inerken aşağıda göreceğiniz manzarayı unutmak mümkün değil. Hava sisli değilse tabi. Floghavn Havalimanının da yer aldığı Vagar bölgesine iniş yapıyorsunuz. Havalimanı o kadar küçük ki, hızla bagajınızı alıp çıkabilirsiniz. Birçok ada birbirine yer altı tünelleri, feribot ve hatta helikopter ile bağlı. Otobüs gibi ulaşım araçlarını kullanmak mümkün ama frekansları çok seyrek olduğu için ülkeyi gezmenin en iyi yolu havalimanında araba kiralamak. Yollar çok rahat, konforlu ve mesafeler birbirine çok yakın. Adada farklı konaklama seçenekleri mevcut olsa da küçük yerleşim yerleri olduğu için planlamayı önceden yapmak akıllıca olacaktır. Çok lüks ve büyük tesisler beklemeyin. Küçük oteller, kiralanan evler veya macera sevenler için kamp ve çadır seçenekleri mevcut.
Gezimize havalimanında kiraladığımız arabayı teslim alarak başlıyoruz. Seyahatlerimde en keyif aldığım noktalardan birisi de arabayı çalıştırıp insanın kendini bilmediği rotalara, keşfedilmeyi bekleyen farklı heyecanlara doğru yola çıktığı o ilk andır. Rotamızı batıya doğru, Gasadalur’a çeviriyoruz.
Derin sarp kayalıkların üzerine kurulmuş olan bu yerleşim yeri yüksek dağlarla çevrili. İnanılmaz keyifli yürüyüş rotaları mevcut. Görkemli Mulafossur şelalesini fotoğraflayabilirsiniz. Suların dağın yamacından denizin suları ile buluşmasını izlemek müthiş keyifli. Faroe Adaları ve İzlanda’nın simgelerinden biri de kuşların en üzgün suratlısı olarak geçen, siyah beyaz bedenleri üzerinde turuncu gagaları ile birçok fotoğrafçının hayali olan Puffin’ler. Puffinleri en iyi gözlemleyebileceğiniz lokasyon Mykines Adası. Gasadalur’dan bu adaların panaromik manzarasını izleyebilirsiniz. Ancak adaya gitmek istiyorsanız helikopter veya tekne seçeneğini kullanmanız gerekiyor. Bu adaya gitmek istiyorsanız seyahatinizde bir tam günü gözden çıkarmalısınız. Puffin kuşları ve güzel manzaralar eşliğinde yürümeyi seviyorsanız tam size göre olacaktır. Geri dönüş yolunda Bour kasabasında kısaca durup manzara fotoğrafları çekiyoruz. Esasen insan yol üzerinde gördüğü en küçük yerde bile durup fotoğraf çekmeden yapamıyor.
Birçok turist şehir merkezinde konaklamayı tercih etse de biz tercihimizi ilk gece için başkenti pas geçerek küçük bir kasaba olan Vestmanna’da yerel bir balıkçı kulübesini kiralamak yönünde kullanıyoruz. Ayrıca bu bölgeden tekne turlarına katılıp derin mesafelerin olduğu kayalık ve deniz aralarına seyahat etme ve yine Puffin kuşlarını bu yamaçlarda gözlemleme şansını yakalayabilirsiniz. Seyahati yaz döneminde yapmanın en büyük avantajlarından biri de geç saatlere kadar batmayan güneş ve beyaz gecelerin keyfini çıkarmak. Gün ışığının size verdiği enerji ile gece geç saatlere kadar gezmeniz mümkün.
İkinci gün sabah yine heyecan içerisinde kalkıyoruz ve hızla kendimizi yola atıyoruz. Planladığımız seyahat rotasındaki tüm yerleri tek tek keşfedeceğiz. İlk durak noktamız Saksun. Dağların arasında ve biraz korunmuş olan bu muhteşem köye ince ve dar patika yollardan ulaşıyoruz. Nefes kesici bir manzaraya sahip huzur dolu bir yer. On beş yirmi kişiyi geçmeyen sakinleri ile ortasında küçük bir cafe de var. Burada oturup kahvenizi yudumlarken manzaranın tadını çıkarın. Ucunda fotojenik bir kilise var ve buradan öteye geçiş yasak.
Sonraki rotamız Tjornuvik kasabası. Yine dağ kenarı yollardan deniz manzaraları ile ulaşıyoruz bu yerleşim yerine ve görür görmez sahilinin iki dağ ve deniz arasındaki konumuna vuruluyoruz. Merkeze vardığımızda arabayı park edip kendimizi sahile ve evlerin arasına atıyoruz. Sahili oldukça fotojenik manzaralar sunuyor. Gezerken tek dikkat etmeniz gereken şey yerel sakinleri rahatsız etmemek. O kadar sakin ve dinlendirici bir havası var ki insan buradan ayrılmak istemiyor.
Sıradaki rotamıza doğru teker sürüyoruz. İsmini telaffuz etmek çok zor: Gjogv. Minik bir kasaba olan bu yerin tarihi çok eskilere dayanıyor. Balıkçılık odaklı bir yer olmuş; özellikle Faroe’nin simgelerinden biri olan kurutulmuş ve tuzlanmış balık. Gece burada konaklayacağımız için çok sevinçliyiz. Burada bulabildiğimiz küçük bir otelde kalıyoruz. Otele yerleştikten sonra yerleşim yerinde tek dükkanın küçük bir kahve dükkanı olduğunu ve ne bir market, ne eczane ne de başka hiçbir dükkanın olmadığını bilmeden keşfe çıkıyoruz. Adanın sahilinden yürüyüş yapabileceğiniz yamaçların sırtlarına doğru çıkarken manzara çok keyifli. Yukarıdaki arazi özel mülk olduğu için ücretli. Ancak girişte kimse yok, sadece ödeme yapılmasını rica eden bir not bırakmışlar. İçeri giren herkes istisnasız not bırakılan kutuya ücretini atıp giriyor, medeniyet ne güzel bir şey diye düşünmeden edemiyoruz. Dağın arasını sert bir şekilde kesen bir aralık var. Bu aralık kendine has teknesiyle müthiş bir atmosfer oluşturuyor. Çok kaygan olduğu için inerken çok dikkat etmeniz gerekiyor. Saatlerce oturası geliyor insanın.
Adadaki üçüncü ve son günümüze derin sessizlik içerisinde arada kulağımıza gelen kuş sesleri ile uyanıyoruz. Bugünkü rotamız öncelikle Sørvágsvatn, Trælanípan ve ardından başkent Tórshavn. Sørvágsvatn adada bulunan en büyük göl olma özelliğini taşıyor. Gölün çevresi kısmen kolay olan yürüyüş rotalarını içeriyor. Güneşli bir günde yürüyüş yapmak kadar keyifli bir şey yok bununla birlikte yağmurlu bir günde dikkatli olmakta fayda olacaktır zira uca doğru kayalıklar denize doğru çok yüksek noktalara ulaşıyor. Bu noktalarda kayalıklar kaygan olabilir. Uygun bir yürüyüş ayakkabısı seçmenizi öneririm. İçeri girişte ana hedefiniz olan bu uç nokta insana ilk bakışta çok uzak görünse de yürüdükçe açılıyorsunuz. Yaklaşık bir saatlik keyifli bir yürüyüşle en uçlardaki uçurum kenarına yani Trælanípan’a ulaşıyoruz. En tepe uçtan harika manzara fotoğrafları ile gezinizi ölümsüzleştirebilirsiniz.
Ve nihayet sıra başkente geliyor ve arabamızı adanın doğu ucuna, Tórshavn’a doğru sürüyoruz. Ülkenin en büyük yerleşkesi olsa da birçok Avrupa başkentine göre oldukça mütevazi bir büyüklükte. Navigasyon bizi şehrin tam deniz kıyısında bir otoparka getiriyor. Arabamızı buraya park ederek şehri keşfe çıkıyoruz. Bu şehir onuncu yüzyılda bu coğrafyaya iz bırakan Vikingler tarafından kurulmuş ve her yerde olduğu gibi temel geçim kaynağı balıkçılık. Deniz ürünlerinin taze ve bol olması dolayısıyla her keseye göre çok kaliteli deniz ürünleri yemekleri bulmak mümkün. Şehir merkezi oldukça minik ve şirin. Çok kısa sürede gezebilirsiniz. Seyahatinizi yazın bu başkentte yapılan müzik festivallerine denk getirebilirseniz daha keyifli olacaktır. Görmeniz gereken en önemli yer limana çok yakın olan eski şehir içerisindeki tarihi evler. Siyah katrana bulanmış bu tahta evlerin çatıları çim kaplı. Sakinleri hala 14. Yüzyıldan kalma bu şirin evlerde oturuyorlar. Tam bir İskandinav coğrafyası tutkunu olduğum için bu bölgeye özel Smørrebrød adı verilen açık sandviçler yapan küçük bir restoran görünce acıkmışlığın da verdiği sabırsızlıkla kendimizi içeride buluyoruz. Şehrin en ince köşelerine kadar tadını çıkardıktan ve ekşi hamurlu çavdar ekmeği üzerinde ince bir tereyağı katmanı, somon füme ve kapariden oluşan lezzetin tadına baktıktan sonra dinlenmek üzere tekrar Vestmanna’daki balıkçı kulübemize geri dönüyoruz. Ertesi sabah erkenden gezinin bir sonraki rotası olan İzlanda’nın başkenti Reykavik’e uçuyor olacağız.
Gecenin yaz aylarında tam anlamıyla kendini göstermeye cesaret edemediği Faroe Adaları’nda son gecemizde uzanmış kulübenin penceresinden karşı dağın yamacından tek tük sahile doğru inen arabaların ışıklarına takılıyor gözüm. Tek duyabildiğim güçsüz bir rüzgarın etkisiyle isteksizce kulübeyi deniz üzerinde tutan yosun tutmuş tahtalara çarpan dalgaların sesi ve uzaklardan gelen keskin bir köpek havlaması. İnsanın bu ortamda hayallere dalmaması çok güç. Buradan hiç ayrılmak istemiyoruz. Sabah olmasın, başlangıçtan sona doğru akan zaman doğrusalı üzerinde yaşadığımız anda takılıp kalmak istiyoruz. Tek pişmanlığım Mykines adasına gidememek ve bir Puffin fotoğrafı çekmiş gezgin edası ile geri dönememek.
Faore Adaları yeşili, doğayı ve denizi seven, saatlerce yürüyüş yapmaktan ve yorulduğu anda çimlere oturup çantasından çıkardığı aperatifleri atıştırmaktan keyif alan, fotoğraf çekmeden duramayan, macera sever gezginler için mutlaka seyahat edilmesi gereken bir destinasyon. Spor kıyafetlerinizi mutlaka yanınıza alın ve coğrafyaya en çok yakışan renkler olduğunu düşündüğüm sarı veya kırmızı yağmurluğunuzla bir fotoğraf çekilmeyi unutmayın. İnsanın her bir seyahat dönüşünde değiştiğini, artık eski kendisi olmadığını düşünürüm. Bu düşünceyle havalanan uçağın penceresinden dışarı bakarken, kalbimi ise bu muhteşem adada bırakıyorum.




Yorumlar