Küçük Mutluluklar
- Ahmet Yagci
- 15 Ağu 2022
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 16 Ağu 2022
Eşimin arkadaşları ile buluşması ve kızımı da yanına götürmesi üzerine bir resmi tatil gününde akşam üzeri tek başımayım. Sabah yarım gün de işyerinden izin almış tatili dört günlük blok bir ara verme seansına çevirmiştim. Böyle kısa aralar insanın ruhuna çok iyi geliyor.

En sevdiğim kahve dükkanlarından birinde sade kahvemi yudumlamak üzere evden dışarı çıkmıştım. Aklımda hiç olmamasına rağmen yine dayanamayıp yanı başındaki kitap satılan dükkana uğrayıp bir göz gezdirmek istedim. Her ne kadar sayıları günden güne azalsa da kitap satılan dükkanları çok severim. İçerisinde kitap olan her türlü mekanda vakit geçirmek çok iyi gelir bana. Son günlerde farklı teknolojik cihazlar ve hediyelik eşyalarla birlikte satıldıkları alışveriş dükkanları içerisinde kendine bir yer bulabilse de insanların halen kitap okumaya ilgi duyması beni mutlu eder. Sade kitap satmak ise karın doyurmuyor artık. Çocukluk yıllarımızın kitapçıları nadir bulunur oldu. Kendine has kokusu ile içerisine girdiğinizde sanki farklı bir dünyaya adım atmış gibi hissederdiniz. O kadar kitabın arasında çocukken farklı farklı karakterlerin kitapların içerisinden çıkıvereceğini hayal ederdim hep. Okumayı çok severdim ve bunu bir düzenli alışkanlık haline getirmiştim. Kırk yaşıma geldim halen de bırakamadığım alışkanlıklarımdan biri olması ne güzel. Birkaç kitap satın alıp çıkınca kendimi o kadar mutlu hissettim ki. Basit ve küçük bir şeydi oysa. Her yeni bir kitap alışımda sanki ilk bisikleti alınan küçük bir çocuk misali mutlu oluyordum, istisnasız her seferinde. Bir an önce kitabın içerisindeki hikayeye dalmak için sabırsızlanıyordum. Bazen de birden fazla kitabı aynı anda alıp onları tek tek masanın üzerine dizip okuma planı yapmak kadar keyifli bir şey var mı diye kendime sorduğum çok olmuştur.
Kahvemi yudumlamak üzere hemen yanındaki kahve zincirinde hiç üşenmeden sıraya giriverdim. Her seferinde ortalama beş on dakika bekleyeceğimi bile bile sırada zaman geçirmek hiç koymuyordu burada bana. Oysa araba kullanırken önümdeki arabanın azıcık yavaşlamasına bile tahammül edemeyen biriydim. Her şeyin hayatımıza kattığı değer üzerinden pazarlandığı ve zamanın çok kıymetli olduğu bu yüzyılda bir kahve almak için beklemek ne kadar büyük bir an israfı oysa. Sıra yavaşça öne doğru akarken tezgahtaki sıra sıra dizilmiş ve insanın aklını çelen şeker içerikli gıdalara gözüm takılmıyor değil. Onları yemesem de izlemek bile ayrı bir keyif. Şeker bağımlısı biri olduğumu itiraf etmeliyim. Bu yaşıma kadar hayasızca hayatımın içine aldım ben şekeri. İleride ise bana yaratacağı problemler aklıma gelince kafamı istemsizce diğer yöne doğru çeviriverdim. Kahverengi renk, geniş ve rahatlığı uzaktan bile hissedilen bir sandalyenin içinde kaybolmuş beş yaşlarında bir çocuk ve yanı başında elinde telefonu ile ciddi bir iş yapar gibi görünen babası gözüme ilişti. Şekerden ise kurtulamamıştım zira yanakları yumuşacık ve azcık da kızarmış kız tabağındaki havuçlu keki büyük bir iştahla yiyordu. Şeker ile olan mücadelemde az daha kaybetmek üzere iken sıra bana gelmişti. Her zamanki gibi en küçük boyundan sade kahvemi sipariş ederek üzerine yazılması için ismini söyledim kasiyere ve baristanın “Ahmet bey” diye seslenmesini beklemeye başladım. Basit bir şeydi yine; alt tarafı bir kahve içecektim. İsminin söylenmesi ile kahvemi hızla alıp kendime rahat bir koltuğun olduğu masa seçtim. Tatil olması nedeniyle içerisi oldukça kalabalıktı, bu nedenle köşede güç bela bir yer bulabildim. Hızlı adımlarla köşeme kuruldum ve kahvemden bir yudum aldım. Eskiden çayı kahveye tercih eden biriydim ancak son zamanlarda bu kahve zincirlerinin ülkemizde yarattığı kültürün etkisinden midir bilinmez tamamen kahveci biri olup çıkıvermiştim. Kahve içmediğim gün sayısı oldukça azdı. Kahvenin önce kokusu ulaştı duyu organlarıma, sonra kapağını açıp göz zevkim için içine bir baktım. Ardından gelen sıcacık bir yudum.. Enfesti.
Yine küçük bir mutluluk diye düşündüm aklımdan. Yaşadığımız hayat o kadar hızlı akıyor ki çoğu zaman gün içerisinde bize hediye edilen küçük mutlulukların farkına bile varamıyoruz. O kadar basit ve sıradan geliyor her şey. Beklentilerimiz hep yüksek. Hep daha fazlasını arıyoruz, daha fazlasını bekliyoruz hayattan. Elimizdekiler hiçbir zaman bizi tatmin etmiyor. Mutluktan ziyade hep mutsuzluğu arıyor gibi kalplerimiz. Oysaki mutlu olmak her zaman insanın elinde değil mi? İstemek yeterli sadece. Mutlu olmayı isteyin ve mutlu olun; bu kadar basit aslında. Ancak mutsuzluğu hissetmek için hep birer bahane yaratıyoruz. Belki de asla mutlu olamayacağımıza inanıyoruz. Kalbimizle birlikte aklımızı da bu yalana inandırıyoruz.
Kahvemden ikinci bir yudum aldıktan sonra çevremi izlemeye başladım. Bilgisayarını açmış ve borsa analizinin yapıldığı bir sayfaya heyecanla bakan orta yaşlı tıknaz bir adam gözüme ilişti. Mutluluğu arıyordu besbelli; parada. Ardından yanı başımda oturan lise çağında iki kızın söylediklerine kulak kesildim. İsmini net duyamadığım bir çocuğun kendisine hala mesaj atmadığından yakınıyordu. Ergenlik çağının getirdiği sinirlilik ve umursamazlık hali suratında açıkça kendini belli ediyordu. O da mutluluğu arıyordu besbelli; ilk aşkta. Sonra gözümü dışarıya sigara içilen bölüme çevirdim. Ayakta durmuş iki orta yaşlı bayan koyu bir sohbete dalmışlardı. O kadar heyecanla birbirlerine bir şeyler anlatıyorlardı ki sigaralarından ardı ardına derin nefesler çekiyorlar ve sonra ortaya çıkan duman içerisinde kısa bir süreyle gözden kayboluyorlardı. Onlar da mutluluğun tam içindeydiler besbelli, belki kimseye zararı dokunmayan masum bir dedikodunun hazzını yaşıyorlardı.
Bazen bir yudum kahve, bazen bir kitap, bazen iki arkadaşın birbiri ile karşılıklı anılarını paylaşması, bazen yol kenarında yürürken gözünüze ilişen taze tomurcuklanmış bir çiçek, bazen kafanızı gökyüzüne kaldırdığınızda hızla akıp giden tombul bulutları izlemek, bazen de hiç olmadık bir anda bir yağmur damlasının kafanıza düşmesi.
Küçük mutluluklar değil mi bizi gün içerisinde hayatın o zorlu sınavı içerisinde ferahlatan?
Yeteri kadar farkında mıyız biz insanlar bu küçük mutlulukların? Yoksa hep büyük hedeflerin, planların ve hayallerin peşinden koşarken atlıyor muyuz bu sahneleri?
Ne dersiniz?




Yorumlar